Türkiye’de Dolarizasyon, Bir Ekonomik Sorun mu Bir Sonuç mu?

Uğurcan ÖZSES                                                    

Maliye Bakanlığı

Eski Baş Hesap Uzmanı

Bir ekonomide ulusal para birimi yerine resmi olarak yabancı bir para biriminin geçerli kabul edildiği sisteme “tam dolarizasyon” adı verilir.

Buna karşın ulusal para birimi resmi olarak yürürlükte olmasına rağmen, Ülkemizde olduğu gibi, paranın temel fonksiyonlarından yararlanmak için halk tarafından “kısmi dolarizasyon” olarak adlandırılan yabancı para birimlerinin tercih edilmesi konumuzun esas noktasını oluşturmaktadır.

Bu durumda paranın “değer saklama”, “değişim” ve “değer ölçüsü olma” fonksiyonları büyük ölçüde yabancı para birimleri ile yerine getirilmektedir. Söz gelimi kişilerin tasarrufları, alım ve satım, kiralama gibi ticari işlemleri  yabancı para birimi ölçü alınarak ya da bizzat kullanılarak gerçekleştirilmektedir.

Nitekim 21. Yüzyılda %100 ü aşan enflasyon oranları ile giren Ülkemizde 2000’li yılların başlarında toplam mevduatların yarısından fazlası döviz cinsinden oluşmuştur. Bunu takip eden yıllarda Merkez Bankasının yürürlüğe koyduğu ”ters dolarizasyon” politikaları gereği “yüksek cari açık” görece yüksek faiz ve yüksek borçlanma politikası ile döviz kurlarının yükselmediği hatta düştüğü bir dönem yaşanmıştır. Buna rağmen ancak 2013 yılında bu oran %30’lara kadar indirilebilmiştir. Bu tarihten itibaren uzun dönemli sürdürülmesinin imkansız olduğunun Merkez Bankasınca ilk baştan öngörülmesi gereken bu politikanın sonu gelince, dolarizasyon başladığı noktalara geri dönerek toplam mevduatta %55 seviyelerine ulaşmıştır.

Burada sorulması gereken en önemli husus ulusal para biriminden uzaklaşılarak yabancı para birimlerinin tercih edilme sebebidir. İşte böyle bir sorgulama dahi  problemin bizzat dolarizasyonun  kendisi olmadığını, ekonomideki bozulmanın yarattığı bir sonuç olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu nedenle ulusal paranın kullanılmasından vazgeçilmesi demek olan dolarizasyonun ancak ortaya çıkmasına neden olan hastalığın teşhis ve tedavisi ile kendisinden beklendiği şekilde olması gereken doğru yere döneceği açıktır.

Sorunun temelini oluşturan ekonomik bozulma analiz edildiğinde, halk deyimiyle kötülüklerin anasının ”cari açık” olduğu hemen anlaşılacaktır. Ekonomide reel akımlarla nakdi akımların dengesinin, reel akımlar aleyhine bozulması ile oluşan bu durum cari açığın devamlı borç alarak kapatılıp sürdürülemeyeceği anlaşılamadan devam ettirilmeye çalışılması sonucu  iyice kötüleşerek dolarizasyona kadar gelmiştir.

Kişilerde olduğu gibi bu politika, nihayette ülkenin üretim seviyesine göre yükselen borç miktarı ve onu takiben artan ülke riski nedeniyle sıcak paranın daha yüksek faiz talep etmesi ile sonuçlanmaktadır. Bu durumda faizler arttırılarak tüketim seviyesi kısılmakta ve sıcak para girdisi sağlanmaktadır. Ancak ekonomi tamamen toparlanmadan tekrar yapılmaya başlanan faiz indirimleri ile daha çözüme ulaşılmadan başa dönülmektedir. Her döngüde, yani dalgalı kurun her dalgasında tablo gittikçe ağırlaşmaktadır.

Eğer gerçekçi ve sabırlı bir yaklaşımla ekonomi tasarrufa sokulur, tüketim seviyesi dolayısıyla cari açık kontrol altına alınır ve borçluluk seviyesi sürdürülebilir noktalara getirilemezse halk tarafından rasyonel bir çözüm olarak yabancı para birimlerinin ulusal paranın yerine ikame etme gereği doğacaktır.

Ancak şu hususun altını önemle çizmek gerekir ki halkın dolarizasyona girmesi alternatifleri içerisinde sadece kendisi için en rasyonel davranış olmakla kalmamakta bir yandan döviz cinsi de olsa tüketim yerine tasarrufa imkan sağlamakta bir yandan da döviz talebi ile Türk Lirasının rekabet gücünü sağlayacak şekilde döviz kurunun artmasıyla cari açığın daha da fazlalaşmasını önlemektedir.

Burada önlenmesi gereken dövizin yastık altına girerek ekonominin dışına çıkmasıdır. Bunun için banka hesaplarına yatan döviz mevduatlarının üzerinde ekonomik ve siyasi bir baskı olmaması hatta belirli bir faiz verilerek ekonomi için daha olumsuz olan bu durumun önlenmesi gerekir.

Olabilecek en kötü sonuç ise döviz cinsi mevduat olarak tutulan 225 milyar dolar civarındaki tasarrufun bozdurularak tüketime gitmesi ihtimalidir. Böyle bir durumda tam tersi bir sonuç doğacak artan tüketim seviyesi cari açığın dramatik biçimde yükselmesine neden olacaktır.

Artık günü kurtarma politikalarından vazgeçilerek sabırlı bir sıkı para politikası ile ekonomide tasarruf sağlamak ve cari açığı kapatarak hatta fazla vererek rekabetçi döviz kuru ile ihracatı arttırıp gerçek sürdürülebilir büyümeye kavuşmak hedeflenmelidir. Böyle bir durum orta dönemde Türk lirasına güveni arttırarak ulusal para birimini gerçek işlevine yeniden kavuşturacaktır.